30 Aralık 2019 Pazartesi

KONYASPOR İLK YARI DEĞERLENDİRMESİ

KONYASPOR İLK YARI DEĞERLENDİRMESİ

Aykut kocaman yönetiminde olan Konyaspor, ilk yarıyı çok büyük sürprizle düşme hattının bir basamak üstünde, 14 puanla tamamladı. Buradaki büyük sürpriz, Konyasporun çok iyi kadrosu bulunduğundan dolayı değil, Aykut Kocaman gibi bir teknik direktörün takımının buralarda olmasından kaynaklanıyor. Yoksa kadro yapısına bakıldığında  normal  gözüküyor. Bu kadar kötü kadro mühendisliği, bu sonuçu getirdi. Kadro yapısı, atılamayan goller, bazı maçlarda geçilemeyen orta saha, psikolojik çöküntü ve Aykut Kocaman’ın yapamadığı liderlik ilk yarıyı kabusa çevirdi Konyasporun.

Konyaspor sezona en etkili, en yetenekli, en pahalı oyuncularını gözden çıkararak başladı. Yatabare, Yahoviç ve Fofana’yı sattı, Uğur Demirok’u da kadro dışı bıraktı. Forvet hattına eski oyuncusu Bajiç’i, Shengelia’yı,  daha sonraları da Miya’yı aldı. Yedek olarak Mücahit düşünüldü. Stopere Anicic, sol beke Alper Uludağ transfer edildi. Alt yapıya transfer edilmiş olan Daci de A takıma çıkarıldı. Ömer Ali, Miloseviç ve önemli sakatlığı bulunan Hurtado’da hücum hattının geçen senelerden kalan oyuncularıydı.

İLK YARININ HİKAYESİ

Futbol camiasının ortak kanısı, Konyasporun kadrosunun yeterli olmadığı ancak Aykut Kocaman etkisiyle yine başarılı bir sezon geçirileceğiydi. Sezona öngörüldüğü gibi ortalama bir oyun, beraberliklerle başlandı. Galatasaray maçında neredeyse kendi sahasından çıkamamasına rağmen kazanılan puan, Antalya maçı beraberliğiyle devam etti. Herkesin aklına şüpheler düşmeye başladığı sırada, sonraki 4 maçta 3 galibiyet birden alınınca, hatıralar canlandırdı. “Konyaspor geliyor bak” şarkısı yavaş yavaş mırıldanmaya başlandı. Ta ki Malatya spor maçında kaleci Serkan’ın maçın 1. dakikasında gördüğü kırmızı karta kadar. Konyaspor için her şeyin değiştiği, ok işaretinin aşağıya dik şekilde inmesini sağlayan an bu andı. Malatya maçı kaybedildi. Hafta arası 2.lig ekibine İstanbul’da kupadan elendi. Hiç İstanbul'dan ayrılmadan, ligde  Fenerbahçeden fark yiyerek evine döndü. Bu sıralarda Konyaspor camiası Aykut Kocaman’a güvenini gösteriyordu. Suçlu futbolculardı Konyaspor camiasına göre. Aykut hoca sorumluluğu alıp istifa sinyalleri verdi ama yönetim, taraftarlar “sonsuza dek Aykut Kocaman” dedi ve neşteri vurmasını istedi. Hoca, değişiklikler olacağını söylemesine rağmen, aynı kadro aynı oyun tarzıyla hiç bir şey olmamış gibi devam etti. Gençlerbirliği maçında yenilen son dakika golü ile gelen beraberlik, büyük bir buz kütlesini Konya'dan alıp götürdü. Artık kazanamayız hissi bütün camiayı kapladı. Üst üste Sivas, Beşiktaş, Rize maçlarında kötü futbolla alınan mağlubiyetler, bir başka büyük buz kütlesini daha götürdü Konya'dan. Artık Aykut Kocaman’da eleştirilmeye başlanmıştı. Tanrılıktan, yarı tanrılığa indirildi gönüllerde. Eleştiriler, takıma neşter vurmamasıyla sınırlıydı bu aralar. Ali Çamdalı kadro dışı kaldı. İlk neşter gelmişti. “ Demek ki Ali Çamdalı takımı karıştırıyormuş” görüntüsü verdi bu kadro dışı. Konyalılar eski kaptanlarını bir çırpıda sildi. “Aykut hoca yaptıysa, bir bildiği vardır” dediler. Neredeyse hiç oynamayan Ali, kötü gidişin sorumlusu gibi gösterildi.
“Bu maç  kötü gidiş sona erecek” diye umutlanılan Gaziantep maçında boş kaleye kaçan gol ardından kaybedilen 2 puan, başka büyük buz kütlesini Konya'dan ayırdı. Artık gol dahi atamayız seviyesine gelinmişti. Başakşehir maçında ilk yarı “aynı senaryo” ile bakılan maçta. Birden ikinci yarı kımıldayan Konyaspora dönüştü ve bir puanı alıp, umutları yeşertti. Ama bu yalancı bahar oldu. Yine gol atamama faktörü devre girip, iyi oyuna rağmen, hatta Ünal Karaman’ı Trabzon spordan ayıracak oyuna rağmen mağlup olup, devrenin bitmesini beklemeye başlandı. Herkes devre arası transferlerle, Aykut Kocaman yönetimindeki Konyasporun başarılı olacağını düşünüyordu.  Ta ki Alanya spor maçında Aykut hoca’nın maçın ikinci yarısında yaptığı akıl dışı değişikliklere kadar. 2.yarı bunalan takıma, devre arası gönderme kararı alınan genç oyuncuları  oyuna alarak, mağlubiyetin baş mimarı olana kadar. Artık en büyük eleştiri Aykut hocaya yönelmeye başladı. Aykut hoca yarı tanrılıktan normal hocalığa düşmüştü. Meğer O da hata yapabiliyormuş!
Gözler artık transferlere çevrildi. Kaos ortamı oluşunca, büyük değişimler şarttır. Herkes değişmiş Konya-spor ve değişmiş Aykut Kocaman bekliyor. Konyaspor şu an kalan küçük bir buz parçacığının üzerinde duruyor.

BENİM DEĞERLENDİRMEM

Konyasporun en büyük problemi kadro planlaması. Kadrosunda “bu maçı alır” dediğimiz oyuncu yok. “Sıkıştığımızda bizi ileri taşır” dediğimiz oyuncu yok. İşin merkezi burası. Aykut Kocaman’ın merkeze “sistemi” koyması, “ben her oyuncuyla oynarım” düşüncesi, kendi kariyerini de etkiliyor. Halbuki yetenekli oyuncuları idare edebilse, Fenerbahçe’nin efsane futbolcusu olduğu gibi, efsane hocasıda olabilirdi.
Gol atamamak, kaygı ile beraber oyun kültürünü de etkiler. Yavaş yavaş oyundan düşmeler, psikolojik gerilimler ve bunlarla beraber hatalar başlar. Tam tersi de gol attıkça olur. Baştan sona her gediği kapatmaya başlar gol atmak. Ben Konyasporun 3. Bölgeye gelene kadar futbolun doğrularını yaptığını düşünüyorum. Sadece ceza sahası etrafında, kalabalık savunma hattında iş yapamıyorlar. Bu da sonucu etkiliyor.
Bajiç, Konyasporun ilk yarıdaki tek gol ayağıydı ancak inanılmaz derecede kötü futbolu, ondan daha kötüsü fiziksel durumuydu. Konyasporun ilk yarıdaki durumunun en büyük sorumlularından biriydi.
İlk yarının bir başka problemi Aykut Kocaman’ın liderliği yapamaması. Bir gün çıkıp “biz bu girdaptan çıkacağız, ayağa kalkacağız” demedi. Sadece “sorumluluğu alıyorum” dedi. Masterchef Türkiye’de söylediği bir söz, taraftarı ayağa kaldırmaya, en azından Trabzonspor maçında ki mücadeleye yetti. Göğsünü siper edemedi Aykut hoca. Geniş litaratürüne etkileyici sözler ekleyemedi. Saha kenarında da duramadı. Kulubenin içinden çıkmadı. İşin içinden çıkamayan futbolcusuna “hadi aslanım” diyemedi. ( Ben hakeme karşı yapılan itirazlara, beyanlara karşıyım) Aykut hoca hakem hatalarını en çok eleştiren hocaların başında gelirdi, en ufak hakkını aramasıyla bilinirdi ancak Konyaspora karşı yapılan pek çok hataya karşı, hiç itiraz etmedi. Bana da bu vurdumduymazlık olarak geldi ve liderlik için iyi sınav vermedi hoca.
Yönetim de Konyasporun ilk yarıdaki kötü gidişatın baş mimarlarındandı. Aykut hocaya her şeyi bırakıp, hocanın arkasında etliye sütlüye karışmadan durdular. Sadece basın açıklaması yapmakla yetinip durdular. Kadroyu sadece Aykut hocanın isteğine ve bilgisine bıraktılar. Hiç bir insiyatif almadılar. Eldeki yetenekli oyuncuların gitmesine göz yumdular. Kötü gidişatta da hiç bir planları yoktu. Futbol aklını sadece Aykut hocaya bırakmalarından dolayı, Bajiç ve Mücahit ile bu iş olamayacağını göremediler. Hadi taktiksel hocayla konuşamayacakları aşikar ama kadro planında karışmaları lazımdı.

Konyaspor bundan öncede küme düşmemeye oynamıştı ama maddi sorunlarla uğraşmadığı, teknik direktör zaafı yaşamadığı bir dönemde küme düşmemeye oynamamıştı. Maça gelen taraftar sayısında üst sıralarda, FİFA’ya başvuran oyuncusu olmayan, tesisleri üst seviyede, siyasi gücü olan, alt yapısı gelişmiş bir Konyaspor daha üst seviyelerde olması lazımdı.



3 Aralık 2019 Salı

PENALTI ATIŞINDAKİ İÇSEL DÜŞÜNCELER

Hakem penaltı düdüğünü çaldığı anda herkes sevinir. Takım arkadaşları, hocaları, yedek kulübesi, taraftarlar, eş dost. Ancak bir kişinin içine heyecan basar, karıncalanma başlar. Tereddüt, en kötü olandır. "Ya kaçırırsam"  akla gelen ilk şeydir. "Ya kaçırırsa" akrabalarda da ilk akla gelendir.
Sonra biraz toparlanır. İçinden kendine telkinlerde bulunur. O sırada heyecanını belli etmemek için, değişik tavırlar sergiler. Topu alır, rakip kalecinin kaleye geçmemesine veya topu bir türlü beyaz noktaya dikememesine takılır. O anda kafasında penaltı noktasındaki küçük çukur vardır. Topun (güya bir şey biliyor muşçasına) sibobunu arar. Nerede? Bir yerde duymuştu, topun sibobu kaleye bakması lazımdı! Aklına o gelir. Topun sibobunu da bir türlü bulamaz çünkü ona bakmaz. Aklı başka yerdedir "ya kaçırırsam"... Eninde sonunda topun sibobunu bulur. Sibop kaleye bakacak şekilde topu penaltı noktasına dikmeye çalışır. Topu penaltı noktasına koyar ancak 1 santim top kayar. Ooo çok önemlidir!! Aynı yere tekrar koymaya çalışır, top yeniden kımıldar, yeniden düzeltir. O, düzeltir ama aklı başka yerdedir "ya kaçırırsam"!  En sonunda küçük küçük dokunuşlarla istediğine ulaşır. Tabii ki isteği, sibobun kaleye dönük olması şeklinde topu dikmek değildir. Amacı vakit kazanmak, "ya kaçırırsam" duygusunu atmaktır.

Topu dikmiştir artık. Doğrulur, derin bir nefes alır. Korktuğunu belli etmemesi lazımdır. Dik durur, güvenli bakışlar atar. Sağına soluna bakar, biraz daha vakit lazımdır. Hala içinde " ya kaçırırsam" korkusu vardır. Kalecinin hareketleri kafasını karıştırmaya yöneliktir ama ona hiç bakmaz ya da bakmamış gibi yapar. Kalecinin topu yanlış yere diktiğini hakeme göstermesine hiç aldırış etmemiş gibi görünür. Aynı zamanda kalecinin hareketlerini gözlemler. Kalecinin kaleyi boşaltıp yan tarafta su içmesini, kalenin yanında durup, kramponlarını temizlemesini gözüne iliştirir. Kalecinin hareketlerini hakeme şikâyet eder ancak hiçbir kelime kullanmadan. Konuşursa sesinin titrediğini kaleci duyabilirdi. Sadece kaleciyi eliyle işaret eder ve yüzündeki alaycı tavrıyla kalecinin yaptıklarını belli eder. Aklında hala aynı soru vardır "ya kaçırırsam".

Topu dikmiştir artık. Topun hala başındadır. Kalecinin topun yerine yaptığı itirazı eyleme dönüştürebilme ihtimaline karşı topun başında bekler. Topun kaleci tarafından hareket ettirilmesini istemez. Uğursuz geleceğine inanır. Zaten topu dikerken, top beyaz nokta üzerinde istediği zamanda durmamıştı, o da işlerinin ters gideceğini belli ediyordu. Her yolunda gitmeyen iş, penaltı kaçıracağının sinyali gibi geliyordu. O yüzden kalecinin topa dokunmasını istemiyordu. Topun başında dururken, topa vuruş anındaki, sabit ayağını koyacağı yere bakar. Tam ayağını koyacağı yerde yumuşaklık veya çukur olup olmadığına bakar. Eğer bir aksilik varsa, kara kara düşünmeye tekrar dalar. Bu yumuşaklık, bu çukur kötüye işaret. Aklında yine “ya kaçırırsam" gelir.

Kaleci çizgiye geçer. Penaltıcıda küçük adımlarla geriye doğru kaleye dönük olarak gider. Derin derin nefes almalar, nefesini ayarlamalar artık son derin nefesle sonlanır. Son derin nefes verilirken gözler kapanır. İç hesaplaşma zamanıdır. Kendine telkinler başlar "sakin ol, atacaksın".... İçinden onlarca kez bu telkin söylenir. Gol sonrası sevinç aklına gelir. Galibiyet gelir. Tribünlere koşması, bütün taraftarlarla golü kutlaması gelir. Gol anonsu gelir. O güzel duygularla gözlerini açar.

     Kaleci kalesinde penaltıcı penaltı noktasının gerisindedir. Heyecanlıdır. Kafasını kaldırıp kaleye baktığında ilk aklına gelen, penaltı noktasının çok uzak olduğudur. Halbuki antrenmanlarda kale ne kadar da yakın geliyordu! Antrenmanlarda çok rahat bir şekilde topu filelere göndereceğini hissederdi . Kale de küçülmüş gibiydi. Kaleci neredeyse bütün kaleyi kaplayacak şekildeydi. Ellerini açtığı zaman iki kale direğine de neredeyse değecek gibiydi. Üst direğe de neredeyse kafası değecekti.    İşte o anda penaltıyla ilgili bütün düşünceleri değişti. Öncekiler gibi, antrenmanlarda attığı gibi atmalıydı. Öyle atarsa kaçıracağını düşündü, başka bir çözüm bulma yoluna gitmesi lazımdı. Aklındaki birkaç seçeneği düşünüp, kararını vermesi lazımdı. "Acaba kaleci benim nasıl atacağımı biliyor mu?" diye düşündü. Kalecinin vuruş anındaki her hareketi görebileceğini, ayak bileğinin açısını, vücudunun yönüne bakacağını zannetti, inandı. Sonra bir "üff" çekti."boş ver" dedi. Yine aynı şekilde atmak en iyisi diye aklından geçirdi. Kaleci, bir önceki penaltımın aynısını atmayacağımı düşünür diye içinden geçirdi. Baskı iyice arttı.

     Ayaklarının ağırlaştığını hisseder. Yük çok ağırlaşmıştır. "Ya kaçırırsam" hissi "kesin kaçıracağım" hissine dönüşür. Sonra çok kötü düşündüğünün farkına varır. Yükü taşıyamayacağını hisseder ve "öff... ne olacaksa olsun" der. Kaçırmak umurunda olmamaya başlar. "Kaçırırsamda dünyanın sonu değil ya”. Ancak hala hangi atışı yapacağına karar vermemiştir. Antrenmanlarda hep kaleciye bakarak atış kullanır ve gol atardı. Bazende kaleciler nasıl atacağını bildiği için değiştirir, kalecinin sağına sert vururdu. İlk penaltı attığı zamanlar değişik bir stil bulmuştu. İlk başta kalecinin soluna vuruyormuş gibi yapıp sonra sağına çevirecekmiş gibi gösterip, tekrar kalecinin soluna plase vuruş yaptığı aklına geldi. Bunlardan birini seçmesi lazımdı. Aslında en güzeli, gözünü kapatıp nereye giderse gitsin sert bir şut çıkarmaktı. Bu seçenek bu tür zamanlarda en güzeliydi. Kapa gözünü aban! Yok yok çalıştığının dışına çıkmamak en güzeliydi ama bu ortamda da kaleciye bakarak atmak, son ana kadar kafanı yukarıda tutmak, kalecinin hareketinden sonra, topu kalecinin gittiği yönün diğer tarafına atmak ve bu hareketi topa hızlıca gelirken ve saniyede karar verip, sonra vuruşu yapmak çok zordu ama bunu çalışmıştı. Stres olmadan çalışmak ne kadarda kolaymış! Halbuki antrenmanda çalışırken çok eğlenceliydi . Kaleciyi terse yatırmak çok büyük zevkti. Bu anda o kadar çetrefilli işi yapmak çok zor. "Şu top bir gol olsa başka bişey istemem".
Tamam artık karar verdi. "Ne olacaksa olacak. Bu yükü kaldıramıyorum". Her geçen saniye karnının ağrıması, beyninin zonklamasını artıyordu. Hazır değildi ama ilk karar verdiği yani maçtan önce kararlaştırdığı gibi penaltıyı atacaktı.

Dışarıdan gelen her sözü duyabiliyordu. Rakip takımın futbolcusu konsantrasyonunu bozmak için birkaç şey söyler. O ana kadar duyulmayan şeyler, duyulmayan tezahüratlar, duyulmayan futbolcu sataşmaları artık net şekilde duyulur. Rakip futbolcu bazen damardan girerek "senin gibi adam, haksız kazanılan penaltıyı atmaz" tarzı sağdan yaklaşarak konsantre bozmaya çalışır. Kale arkasındaki laf söyleyen taraftarın yüz hatları bile görülmeye başlar.

Yük iyice artmıştır. Artık bir an önce kullanmak ister penaltıyı. Hakeme üst üste bakışlar atmaya başlar. Hakem düdüğü çalar çalmaz topa doğru koşup, artık bu ıstırabı bitirmek ister. Hakem, bir türlü düdüğü çalmaz. Tekrar tekrar hakeme bakar. O sırada hakem penaltı atışı için izin verir.

 Hiç düşünmediği, hiç çalışmadığı bir koşu şekli yapar. Sadece televizyonda bir zamanlar gördüğü koşu aklına gelir ve ondan dolayı o koşuyu yapar. Topa yaklaştıkça sadece topu görür. Kalecinin hareketlerini, direkleri göremez. Etraf puslu bir mafya hesaplaşması havasındadır. Kaleciye bakarak atacaktı ama kalecinin hiçbir hareketini, hatta kaleciyi de göremez. Sabit ayağını topun yanına koyar, tam o sırada yine kalecinin hareketlerine bakmayı dener. Baktığını zanneder ama bakmamıştır. Bir adım önce bakmıştı ama kaleci kımıldamamıştı. Zaten kaleci de yoktu. Görebilseydi kaleciyi, bir adım önce ne tarafa yöneldiğini görecekti ama belki diğer adımı attığında başka tarafa yönelmiş olabilirdi. Penaltıcı da biliyordu, bakarak penaltı atıyorsan, sabit ayağını topun yanına koyduğun zaman kaleciye bakabilirsen, işte o zaman "bakarak penaltı" atman lazım ama penaltı anında yapılmıyordu işte çünkü saniyeden daha az bir zaman diliminde, sabit ayağını nereye koyacağını mı? Kalecinin ne tarafa atlayacağına mı? bakacaksın ve büyük baskı altında!!!

Topa vuruş anı geldiğinde hiçbir şey zihninde oluşmadı. Her şey unutulup gitmişti. O en kısa anda yapacağını yapmış, içgüdüleriyle çalıştıkları aklına gelip, vuruşunu yaptı. Vuruşu yapar yapmaz gerçek hayata döndü. Her şey canlandı, vücudu kanlandı, renk aldı. Topa vurur vurmaz, iyi ya da kötü vurduğunu anladı. Dışarı mı gidecek, kaleci mi kurtaracak, gol mü olacak anladı.

Top ayağından ayrıldığı anda, bütün her şey yeniden başlar. "Ya kaçırırsam" yerini yeni heyecanlara, streslere bırakır. Top ilerler kahramanımız sonucu bilir. Top altı pası geçer, eller ya kafasına sarılmak üzere kalkar ya da kafasını pas geçip yukarı kalkar.
Zafer Biryol 2019

ŞENOL GÜNEŞ-AYKUT KOCAMAN KARŞILAŞTIRMASI

  Şenol Güneş- Aykut Kocaman Karşılaştırması(1) Teknik direktörler yapılarına göre ayrılırlar. Bazı teknik direktörler(TD) Savunma ağırlıklı...