16 Eylül 2021 Perşembe

ŞENOL GÜNEŞ-AYKUT KOCAMAN KARŞILAŞTIRMASI

 

Şenol Güneş- Aykut Kocaman Karşılaştırması(1)


Teknik direktörler yapılarına göre ayrılırlar. Bazı teknik direktörler(TD) Savunma ağırlıklı. Bazıları topa sahip olmayı, ataklarını yavaş ve pas yaparak, bazıları fiziksel üstünlükle, bazıları da oyuncuları iyi seçerek, yapılarını oluşturur. Günümüzde en çok görülen, Guardiola'nın önderliğinde-benim bildiğim kadarıyla-Cruyf’un başlattığı, topa daha fazla sahip olan, set hücumlarıyla ve pas hatası yapmadan atak sonlandırmayı ön planda tutan yapısı ile pas oyunu ve topun arkasına takım halinde geçip, bloklar arasındaki mesafeyi kendi sahasında daraltıp, kaptığı toplarla, 3-4 kişinin topa dokunmasıyla sonuçlanan ataklar ile savunma ağırlıklı oyun yapısı, ön plana çıkıyor.

Ülkemizde, aslında çok farklı yapıda hocalar yok. Son üç-beş sene de kendini daha da ön plana çıkaran Abdullah Avcı var. Şenol Güneş de Kore’den döndükten sonra kendi sınırlarını aştığını görebiliyoruz. Bununla beraber Aykut Kocaman da Brezilyalı ‎Pereira'dan‎ gördüğü, Brezilya’ya ve Fenerbahçe'ye şampiyonluk getiren “pas oyunu” Konyaspor’da gönderilme aşamasına geldiği dönemde değiştirerek Teknik Direktörlüğe başladığı 2000 li yıllardan sonra 2014 yılı gibi kendi kabuğunu yırtıp, üç-dört senedir başka bir oyun yapısıyla karşımıza çıktı.

Konumuz pas oyunu. 2010 yılından itibaren gittikçe mükemmel hale getiren, 2015’ten sonra şampiyonluklarla ve Avrupa’daki başarılarla taçlandıran Şenol Güneş ile, Teknik direktörlüğe pas oyunuyla başlayıp, ülke gerçeklerinden doğan yeni Aykut Kocaman arasındaki farklılıklar ve hoca yapıları.


Karşılaştırmaya şöyle başlamak istiyorum. Şenol Güneş NBA oyuncularından kurulu USA milli takım hocası, Aykut Kocaman ise S.S.C.B basketbol milli takımının hocası.

Şenol Güneş oyuncularını İyi antrenere edip, sahada özgürlük veren. Belli başlı kalıpların ilerisine gitmeyen. Psikolojiyi çok iyi yöneten. Egosuna yenilmeyen bir hoca (son cümleyi biraz açıp sonra tekrar geri dönmek istiyorum çünkü Türk hocaların en büyük zaafı egodur. Genelde teknik direktörlerimiz kendilerine karşı en ufak bir şekilde karşı çıkan veya kalabalığın içinde güya otoritesini bozmaya çalışan oyuncularını hemen kadro dışı bırakırlar. Her zaman da otoritesini bozmayan vasat oyuncularla ilerlerler. Tabi sonuçta Türk futbolunun hali meydanda. Ancak Şenol Güneş bu durumu tecrübesi ile çok iyi hallediyor. Bkz Şenol Güneş-Q7 olaylarına. Bir oyuncu hem isyankar hem de çok yararlı olabiliyormuş. Daha pek çok örnek verebiliriz. Hatta bu tarz hocalara da örnek verecek olursak ülkemizden, Daum ve Lucescu bunlara çok iyi örnek olabilir. Daum ile çalıştığımdan dolayı, Lucescu ile çalışan arkadaşlarımdan duyduğum kadarıyla, futbolcudan özellikle yetenekli-İsyankar-faydasız oyuncudan; yetenekli- isyankar-faydalı oyuncu haline dönüştürme de çok iyiler). Gerçek bir Simyacı. Eline değen oyuncu bir dizi repliği ile “patlayıp gidiyor”. İşte Şenol Güneş’in en büyük sırrı bu. Oyuncularının potansiyelini bulmasını hatta potansiyelini daha da yukarılara çekiyor. (Topla ilişkisi çok iyi olan oyuncu, ruhsal ve fiziksel de iyi olur. Bunlar birbirini tamamlar. Fakat en önde topla ilişki çok iyi olmalı. Topu iyi kontrol eden, zamanında ve kaliteli pas verebilen oyuncu, zihinsel problemi olmaz yani kuşkulu olmaz. Oynadığı oyundan veya yapacağı işten emin olan kişinin beyni, vücudu kitlemez ve her yeniliğe açıktır. O yüzden çok hareket etmesini engellemez beyin. Böylece fizik kondisyon olarak daha iyi duruma gelir). İşte bence Şenol Güneş’in oyun sistemi ve yapısının temel taşı, iyi kontrol edilen pas, kontrol eden rahat zihin, ne yapacağını önceden bilen fizik kondisyonlu oyuncu, bir sonraki bölgeye en doğru şekilde gönderilen pas ve böyle devam ediyor sonuçlanana kadar.


Oyunun temel taşını çok iyi oturtan Şenol Güneş, taktiksel kısmında çok az dokunuşlarla sonuca gidiyor.
Taktik anlayışına baktığımızda, Beşiktaş yıllarında oyuncu seçimini ve dizilişi çok iyi ayarlıyordu Şenol Güneş. Cenk Tosunu sol ön tarafa koyarak, Quaresma ve Sosa’nın ceza sahası içine az girmelerinden dolayı, Cenk Tosun’la beraber ceza sahasına girişi fazlalaştırırken, Talisca geldikten sonra, merkezden girişleri de çoğalttı. Babel’i de o bölgeye girişler yaptırıp, sol bekinin (Adriano) Önünü açmasını sağladı. Fakat Türkiye’nin en çok atağa katılan sağ beki olan Gökhan Gönül’ün önünü Quaresma‘ya bir türlü açtıramadı.
Bir başka taktiksel yaptığı, merkez defans oyuncularının aralarını çok açtırmaması. Bu, genelde teknik direktörlerin yaptığı ancak bence yanlış olan, iki stoperin arasının açılıp, ön liberonun merkeze gelip, pas bağlantısını kurduğu ama orta sahadan bir kişinin eksilmesini sağlayan, böylece pas yapmanın daha zorlaştığı, daha doğrusu, öne doğru merkezden pas yapmanın zorlaştığı, oyunu veya taktiği yapmaması, dikine pas yapmayı daha da kolaylaştırıyordu. Orta saha merkezde fazla olan takımı “Ayakları iyi olan” stoperlerinden zamanında pas alıp, ikinci bölgeden üçüncü bölgeye geçişi, adam eksilterek kolay şekilde yapıyordu. Daha sonra üçüncü bölgedeki yetenekli oyuncular, yeteneklerini kullanarak sonuca gidiyorlardı.

Bir önceki konuyla bağlantılı olarak, genelde pas oyununu tercih eden hocalar, kalecilerden oyunu başlatıp, oyunu kalecilerden kurar ancak Şenol Güneş bunu istemiyor. Kalecinin yaptığı hatanın sonucunu bildiği için kalecinin riske girmesini istemiyor, kendi mantalitesindeki hocaların aksine. Şenol Güneş’i, kalecilere bu konuda fırça atarken veya daha naif bir deyişle bağırırken pek çok defa görmüşüzdür. Kaleciye, oyalanmamasını, sıkıştığı anda topu ileri vurmasını devamlı istiyordu Şenol Güneş.

Cenk Tosun gelişiminden yola çıkarak; oyuncu seçiminde isime bakmadığını, yeterliliğe baktığını çok net bir şekilde görebiliriz. Cenk ilk haftalarda lige çok iyi başlamasına rağmen, Gomez kendine geldiği anda hemen Gomez’i oynatması ve Aboubakar konusunda da aynı şeyi yapınca, yabancı hayranlığı zannedilen durum, hem Gomez hem de Aboubakar’ın sezonu çok iyi performansla bitirmesi ile, Cenk Tosun’un halen istediği potansiyele gelmediğini görmüş olduk ve Şenol Güneş’in haklılığını kanıtladı. 2017 2018 sezonunda Cenk artık hem fiziksel hem de yetenek açısından “International” seviyeye çıkınca, çok büyük kariyere sahip olan Negredo gelmesine rağmen oynamayı hak eden Cenk oynadı. Şenol Güneş, Negredo‘nun ismine bakmadı. İşte anladık ki kimsenin ismine bakmıyor. 2018 yılında gelen Vida gibi, iyi olmadığı müddetçe oynatmıyor.

Şenol Güneş’in taktiksel anlamda çok çalışmadığının kanıtı da aslında on kişi kaldığında veya kendi ile aynı seviye ya da daha üstün takımlara karşı, savunma yapmak zorunda kaldığı zaman, takımının savunmayı ne kadar kötü yaptığıdır. Oyuncular alan daraltmayı uzunlamasına ve genişlemesine hiç yapamıyorlar ya çok daraltıyor mesafeyi. Yani çok yapışık oynuyorlar ya da çok uzun bırakıyorlar. Şenol hoca da bu zaafını bildiği için hep hücum oynatmaya çalışıyor takımını.

Şenol Güneş’in çok az olan zaaflarından bir tanesi de, oynattığı oyunun aksine, sahada oynattığı o modern futbolun aksine, kulübedeki görüntüsüdür. Kulübedeki görüntüsü pek modern olmuyor Şenol Güneş’in. Kaliteli durmuyor. Ağzını okuyarak anladığımız küfürleri, hakemle olan diyaloglarındaki problemler, onun gibi kaliteli ve bilgili bir teknik direktöre yakışmıyor. He bu da olmasa çok güzel olacak fakat bu kadar stresli bir işte, bu kadar kameraların ve gözlerin olduğu bir meslekte, bu kadar art niyetli insanların olduğu bir görevde, bu kadar iş bilmezin olduğu bir yerde bunları normal olabilecek şeylerden görüyorum.

Sözün Özü Şenol Güneş, gözümüzün pasını sildiren futbolu oynatan, futbolu tekrar zevkle izlememizi sağlayan, genç teknik direktörlerin önünü aydınlatan bir duayen teknik direktör.
NOT: BU YAZI 2018 YILINDA KALEME ALINMIŞTIR.

27 Ocak 2021 Çarşamba

Mesut Özil

 Mesut Özil Ve Fenerbahçe 

Mesut Özil, futbolun sade yüzüdür. Yeteneği, sadeliğindendir. Çok karmaşık pozisyonlardan, en doğru kararla çıkan oyuncudur. Verdiği paslar tam zamanında ve doğru yeredir. Aynı zamanında doğru kişiyedir. Golü atabilecek oyuncuya pası vermesi, ayrı bir özelliğidir.


Fenerbahçe böyle bir oyuncu transfer etti. Almanya milli takımıyla Dünya şampiyonu olduklarında başrollerden biriydi. Real Madrid kariyeri, referansıdır. Üstte saydığımız özelliklerini tanıttığı yerdir Real Madrid. 


Mesut Özil, Fenerbahçe’de başarılı olacaktır. Tabii başarılı olabilmesi için, Fenerbahçe’nin şampiyonluğunda başrol oynaması lazım. Bu başrol de, asistler ve gollerin çokluğu ile olacaktır.

Mesut’un başarılı olabilmesinin yolu da, onun etrafının doldurulmasıdır. Onun pas atacağı oyuncuların önemli olduğu gibi, ona pas atacak oyuncularda önemlidir. Mesut, kaliteli pas alsın ki, kaliteli pas atabilsin. Yani zamanında, şiddeti iyi ve doğru yere. Burada en önemlisi, zamanında pas atmak çünkü Süper ligde çok kalabalık savunmalar yapılıyor. Boş alan bulmak zor. O yüzden Mesut boşa kaçtığı anda, topla buluşmalı ve doğru pası atabilecek zamanı bulmalı. 

Fenerbahçenin orta sahasında, Mesut’un arkasında oynayabilecek Ozan Tufan, Gustavo, Sosa, Mert Hakan ve Tolga Ciğerci var. Bunların arasında Sosa, Mesut’a en uygun zamanda doğru pası verebilecek oyuncu. Sosa-Mesut oynarsa, arkalarında Gustavo ya da Tolga Ciğerci oynayabilir ama Gustavo-Sosa-Mesut üçlüsü dinamiklik ve savunma anlamında sınıfta kalır. Dinamikliği Ozan Tufan ile getirebilirsin Gustavo-Ozan-Mesut üçlüsü olur. Bu seferde savunmanın önünde kalacak oyuncu olmaz (Savunmanın önünde oyuncu kalması, kanat bekleri olan takımlarda çok önemlidir. Eğer kalmazsa, stoperler 70 metre genişliği 2 kişi savunmak zorunda kalır ve çok hata yapar. Zaten Fenerbahçenin stoperlerinin sorunlu görünme sebepleri budur). Dinamizm için Ozan Tufan, stoperlerin önü için ya bir transfer ya da Gustavo’nun bu role bürünmesi en makul seçenektir. Ama Ozan Tufan, çok formda olsa da, Mesut için iyi bir pas verici değildir.


Bir de Mesut’un pas atacağı oyuncular çok önemli. Şu an Fenerbahçenin forvet hattı buna 1 eksikle uygun olduğunu düşünüyorum. Samatta ve Valencia, Mesut’un isteyebileceği oyuncular. Bunlara ilave sol kanata süratli bir yeni oyuncuyla, Mesut Özil transferi anlamlı olabilir veya Samatta’dan daha iyi bir santraforla Mesut verimli kullanılabilir. Yoksa, Mesut, 3.bölgede topu alıp, Caner’e verip, Caner’in ortasından gol arar. Mesut’a ara pası atabileceği, savunma arkası koşular yapabilen oyuncular lazım ki, hünerlerini göstersin.


Sonuç olarak, bir yıldız alıyorsan, onu en aktif şekilde kullanabilmen için etrafını işe yarar oyuncularla doldurman lazım. Aynı zamanda ondan beklentilerini gözden geçirmen lazım. Mesut takıma kalite katacak, hava katacak, takımını 3.bölgede tutacak ve asistler yapacak bir oyuncu. Alex kadar gol atamayacak ve onun gibi başrol oyuncusu olmayacak. Mesut kariyeri boyunca başrol oynamadı ama başrol oyuncunu çok iyi seviyeye getirdi. Fenerbahçe ya başrol oyuncusu transfer etmeli ya da Mesut, takım içerisinden başrol oyuncusu çıkaracak.




17 Ağustos 2020 Pazartesi

Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finaller Ardından

 

Şampiyonlar Ligi Çeyrek Final Ardından

Şampiyonlar ligi, pandemi sonrası yeni formatıyla yani tek maç usulü tarafsız saha maçlarıyla hayatımıza yeni bir heyecan kattı. Dünya Kupası heyecanı tadında maçlarla çeyrek final maçları tamamlandı.

Atalanta-Paris SG

PSG, çok zorlandığı hatta son dakikalarda maçı geri çevirerek yarı finale çıkmayı başardı.
Maça iyi başlayıp iyi görüntü veren Atalanta idi. PSG’de ise Neymar, fiziksel görüntüsü çok iyi durumda olduğunu gösteren üst üste driplingler yaptı. Ancak isminin ağırlığını bu pozisyonları tamamlayamayarak kaldıramadı. Son vuruş anına kadar güçlü getirdiği pozisyonları, acemice harcadı. Maçın genelinde de böyle devam etti. İkinci yarının ortalarına doğru artık Neymar topla daha fazla oynamaya, ikili sıkıştırma yemesine rağmen hala o bölgeyi zorlamaya başlayıp, takımına zarar vermeye başlıyordu. Ta ki Mbappe maça girene kadar. Tam Neymar takıma zarar vermeye başladığı sırada, onun yükünü alabilecek birisi girdi. Takımın diğer süper starı Mbappe. Girer girmez korkutucu güç olduğunu gösteren pozisyonların içinde bulundu. Takımını umutsuzluğa düşmesine izin vermedi. Sonuçta PSG son dakikalara mağlup girmesine rağmen maçı kazanmasını bildi.
Burada Paris SG’nin hocası Thomas Tuchel’in hakkını vermek lazım. Paris gibi yıldızlar topluluğu bir takımı, diri tutabilmiş. Neymar’ı fiziksel görüntü bakımından Barcelonadaki haline büründürmüş. Halbuki Tuchel’den önce Neymar fiziksel kötü durumdaydı ve işin sadece show kısmındaydı. Şimdi öyle değil. Daha prensipli ve takıma daha faydalı. Sadece 3.bölgede değil her alanda daha etkili durumda. Ha keza Mbappe. O da sakatlıktan yeni kurtulmasına rağmen çok diri döndü. Bunlar hoca başarısıdır. Büyük oyuncuları fiziksel hazır durumda tutmak kolay iş değildir.
Tuchel’in bir diğer tebrik edilmesi gereken tarafı, takımı takım gibi yapması. Tamam bunun için 2 sezon harcadı ama artık Tuchel’in imzası atılmış durumda. Takıma hakim durumda. Takım kurgusu iyi seviyede. Geçen sezonlarda, top rakibe geçtiği anda 3-4 oyuncu topun arkasında kalırken, şimdi öyle bir durum yok.
Sözün sonunda artık Paris SG, son haliyle kupaya çok yaklaştı.

———————
Atletico Madrid-Leipzig

Çeyrek finalin diğer karşılaşması Leipzig-A.Madrid’di. Maça baştan sona Leipzig hakimdi ve maçı kazandı. Sadece J.Felix’in oyuna girmesiyle ve Felix’in adam eksikten oyunuyla bir ara bocalasalarda, tekrar golü bularak maçı kazanmayı bildi.
Leipzig, taktiksel ve fiziksel çok iyi görüntü verdi. Tek eksiği forvet hattıydı. Aslında forvet hattı değil de Poulsen’di. Bir takımın en zayıf halkası santrafor ise durumun kötüdür. Atletico Madrid’e karşı çok iyi oynayıp, rakibini sahasından çıkarmamasına rağmen son dakikalarda maçı kazanmasının tek sebebi santrafor eksikliğiydi. Timo Werner’in Chelsea’ye transferi ve bu maçlarda oynayamaması, Leipzig için çok büyük kayıp oldu. A.Madrid’i yenmelerine rağmen bu eksiği çok hissettiler. Senelerdir Redbull Leipzig organizasyonunun yaptığı tek hata olabilir.

Leipzig için başka bir parantez açılması gereken şeyde hocaları Nagelsmann. Genç olması ayrı ama taktiksel olarak çok büyük hoca. Alman hocaların gelişimleri son senelerde üst düzey seviyede. Bunun gelişimimidir bilemiyorum ama sanki onlardan bağımsız olarakta ayrı bir taktiksel yeteneği var Nagelsmann’ın. Üçlü savunma anlayışını aynı tutup ama orta sahadaki 6 oyuncuyu çok değişik yerleştirebiliyor. Ve bu oyunu da oynatıyor.
Oyuncularının fiziksel diriliği, top teknikleri ve saha parselizasyonu üst seviyede Lepzig’in. Bence tek eksikleri oyuncu kalitesi. Hücum hattı zayıf. Upamecano çok iyi oynamasına rağmen, hataya açık oyunu var. Bu zaaflar yarı final veya finalde kendisini gösterecektir.

Barcelona-Bayern Münih

Bu eşleşmede Barcelona’dan daha çok bahsetmek lazım. Barcelona’dan da daha çok Teknik direktörleri Q.Setien’den. Setien benim küçük takımlarda çok beğendiğim bir hoca. Pas oyununa önem veren, oyuncuları geliştirebilen ve taktiksel iyi bir hoca ama Barcelona’da ki donuk hali, daha doğrusu ezik hali, istediklerini gerçekleştirememesinin en büyük sebebi. Geldiğinden beri Barca’nın bırak iyi oyunu, istekli oyun dahi oynayamaması(1-2 maç hariç) hayal kırıklığıydı. Bu uzun süreli kötü ve haliyle isteksiz oyunun sonucunda Bayern’den 8 gol yiyerek, Barcelona macerasını bitirdi.
Bayern Münih için söylenecek söz ise, dinamizm olabilir. Hem fiziksel hem de taktik ve teknik olarak, aynı zamanda da kaliteli oyunculardan kurulu Bayern Münih. E böyle olunca da saha içi fark oluşturan bir takım oluyor. Hem de Barcelona gibi pas yapabilen bir takıma karşı. Zaten skordan da anlaşılacağı gibi ezdi geçti Bayern Münih.

Manchester City- O.Lyon

Maçın favorisi Manchester’in mavilileriydi. Hem pandemi sonrası formuyla hem de rakibinin Lyon oluşuyla kazanacağı düşünülüyordu ama Guardiola’nın hem taktik hem de oyuncu tercihleri elenmesine sebep oldu.
En başta Guardiola, bu kadar büyük paralar harcayıp vasat takım kurması en büyük hatası.
Lyon maçında kurduğu kadroda,hücum hattında Sterling, orta saha De Bruyne harici fark oluşturacak oyuncu yoktu. Onunla beraber Lyon’un hızlı oyuncularına karşı, top rakipte iken geri kaçması gerekirken, savunmayı öne çıkararak mağlubiyete zemin hazırladı.
Hücumda bekleri kanat oyuncularına destekletmeyip içeri çekerek, öndeki oyuncusunu hep 1’e 2 bıraktı. Böylece hücumda çok etkisiz kaldı. Tabii bu söylediklerim Mahrez girdikten sonra olanlar. Mahrez’den önce 3-4-1-2 oynuyordu ve hiçbir kanat organizasyonu yoktu. Tek yaptıkları Sterling’in defans arkası koşularına pas atmaktı.
Cancelo’nun maç boyunca hiç sıfıra inmemesine dur dememesi de ayrı hataydı. Bütün maç boyunca Cancelo, topu içeri çekip pas yaptı. Hiç çizgiye inmedi, böylece rakibin dengesini hiç bozamadı. Cancelo yerine sol ayaklı oyuncusunu oraya koyabilseydi, rakibin savunmasını genişletebilirdi.
City maç boyunca çok az orta yaptı. Zaten Guardiola takımları orta yapmaya karşı gibidir ama Lyon maçında kanatlar çok iyi kapanmışken, hala içeri zorlamaya çalışması pozisyon bulmasını engelledi.
Sonuç olarak bu mağlubiyet Guardiola’ya yazılır ve Guardiola oyunu artık çeyrek finali geçemiyor. O da kendini güncellenmesi lazım.

Bu sonuçlardan sonra yarı final eşleşmelerinde 2 Fransız 2 Alman takımı olacak. Beklenen final Bayern Münih-Paris SG. Bayern Münih’in finali göreceğini hatta kupayı kazanacağına inanıyorum ama diğer taraftaki eşleşmede Leipzig sürpriz yapabilir. Evet Leipzig’in finale çıkması sürprizdir. Eğer Mbappe’nin sakatlığı devam etseydi, Leipzig turu geçer derdim ama Mbappe çok büyük bir koz. Bütün dengeleri değiştiriyor. Aynı zamanda PSG’nin hocasının bir Alman olması da artısı.
Bu karşılaşma çok çekişmeli aynı zamanda taktiksel açıdan da çok güzel bir karşılaşma olacak.

Güzel bir Final Four bizi bekliyor. Maçlar seyircisiz olmasına rağmen o kadar kaliteli geçiyor ki, seyirciyi hatırlamıyoruz.

29 Mart 2020 Pazar

MESSİ MARADONA KARŞILAŞTIRMASI

MESSİ MARADONA KARŞILAŞTIRMASI

Hemen konuya girip asıl söylemek istediğimi yazının başında  yazayım. Messi; Maradona’nın 30 sene önce yaptığı şeylerin çok daha fazlasını, bugünün güçlü, sistemli, kademeli futbol anlayışında yapıyor. Ve bu yaptıklarını senelerdir yapıyor. Maradona ile Messi kıyaslamayı bu gözle de bakmak lazım.

Messi, Maradona’nın yanına bile yaklaşamaz!
Bunları söyleyenlere inanamıyorum. Tamam bizim de gençliğimizin efsanesi Maradona. Nasıl ki Michael Jordan’a toz kondurmuyoruz. Kobe veya LeBron’un yanına yaklaştırmıyoruz. Maradona‘yı da yani gençlik efsanelerimize kıyamıyoruz. Ancak istatistiklere hiç girmiyorum bile! Hiçbir şeye bakmadan, sadece gözlemlediğin zaman bile Messi ile Maradona’yı karşılaştırırsın. Ne demek yanına bile yaklaşamaz! Ben Messi’nin Maradona’dan daha büyük bir futbolcu olduğunu düşünüyorum. Aşağıda açıklamaya başlayalım.

1- Maradona, Arjantin milli takımını tek başına şampiyon yaptı ama Messi milli takımda hiçbir şey yapamadı.

Messi’nin cevap veremeyeceği tek konu bu. Ancak söylenebilecek şey, Messi de Dünya Kupası finali gördü. Uzatmalarda kaybetti bir Dünya kupası var. Dünya kupalarındaki en büyük şansızlığı da bir Dünya kupasına Maradona gibi çok kötü bir teknik direktörle gitmesi. Ayrıca Arjantin milli takımının hücum hattının çok çok iyi olmasının yanında, orta sahada ve defansta zayıfları olan bir takım olması, başarısızlığı etkiledi. Hücum hattının iyi olması, hücum oyuncularının çokluğunu getirip, defansif problemlerden kaybetmelerine neden oldu. Yani teknik direktörden kaynaklanan problemlerden başarısız olundu diyebiliriz.

2- Messi çok iyi bir takımda bunları başarabiliyor fakat Maradona, Napoli gibi sıradan bir takımı şampiyon yaptı.

Barcelona her zaman büyük yıldızları barındıran bir kulüp oldu. Zamanında Maradona’yı da aldı. Ancak Maradona başarılı olamadı. Orada tutunamadı. Dünyanın en büyük futbolcusu diyeceksin ama Napoli gibi sıradan bir takıma transfer olacaksın. Barcelona‘ya giden bir oyuncu sonraki durağı en azından Juventus veya İnter olmalıydı. Kim ne anlatırsa anlatsın.

Ne yapsın yani Messi, Barcelona‘yı bırakıp sırf Maradona’nın tahtını ele geçirmek için Lazio'ya mı gitsin? Barcelona gibi büyük bir kulüpte, uzun süre zirvede kalabilmek, küçük takıma gidip orayı şampiyon yapmaktan daha zordur.

Tabi bir de şu konu var. Tamam Barcelona Xavi- İniesta‘nın çok iyi olduğu zaman, kadrosu da güçlüydü. Henry-Eto’o gibi çok büyük oyuncularla bütün kupaları topladılar. Barcelona’nın efsane kadrosundan sonraki kadrolarında, hücum hatlarını çıkar elle tutulur oyuncu yok gibi. Sıradan bir takım. Bir çırpıda sayamayacağımız kadrolar. Ancak Messi ile Barcelona hep zirvenin etrafında ve her kulvarda varlar. Bu takımlardan Messi’yi çıkar ikinciliği zor elde eder. Daha da ileri giderek bütün kupaları kazandığı zamanda Messi olmasa kupaların birkaç tanesini alabilirlerdi. Puyol’un “Messi olmadan işimiz çok zor oluyor” demeci önemli.

3- Maradona’nın İngiltere’ye attığı gol. Tarihte böyle bir gol daha olmaz.


1980’ lerde sistemler, bloklar arası genişlik, oyuncuların fiziksel yetersizlikleri günümüze göre haliyle -normal olarak- çok geride. Ve Maradona bu sistemde muhteşem bir gol attı.  Messi, Maradona’nın 1980’lerde yaptığının neredeyse aynısını; günümüz futbolunda sistemlerin yerli yerine oturduğu, oyuncuların birbirine yakın oynadığı, koşma mesafelerinin revaçta olduğu, kaslı oyuncuların bol olduğu bir zamanda attı. Hala da atmaya devam ediyor. Messi bu zamanda yapıyor Maradona’nın yaptıklarını.
Aslında asıl konu bu, Messi eski zaman futbolcusu gibi hiç koşmadan, fiziksel özelliğini artırmadan, bunları yapıyor. Maradona zamanında olsa Messi, bu yaptığının on katını yapardı. Zaten Messi günümüz futbol figürlerine benzemiyor. Eski zaman futbolcusu gibi.

4- İnsanların Maradona’yı sevmesinin bir başka sebebi, Maradona’nın ilginç bir insan olması.

İnsanlar Maradona’nın kendine ihanetini hep “sıra dışılık” olarak görmesi ve hoşuna gitmesi. “Sevimli şeytan” tiplemesi her toplumda, hatta her ailede bu tip bireyleri severler. Maradona’nın durumu da bu. İşte herkes ısınırken onun takımdan ayrı ısınması, herkesin çok hoşuna gidiyor. Kavga etmesi beğeniliyor vs vs. Türkiye‘de Sergen Yalçın’a gösterilen sevgi gibi. Sergen Yalçın da, Maradona’nın küçük bir yerel versiyonu.



Sonuç olarak,
Maradona ve Messi’nin istatistiklerine baktığın zaman aslında her şey çözülür. Messi kazanılan kupalar da, bireysel ödüllerde, bireysel istatisiklerde uzak ara önde. Messi’nin istatistikleri inanılmaz derecede. Oyuna bu kadar etki eden bir futbolcunun, Maradona’nın yanına yaklaşamaz sözleri anlam ifade etmiyor.

3 Mart 2020 Salı

Ersun Yanal’ı Gönderen Yanlışları

Ersun Yanal'ı Gönderen Yanlışları

1-Ersun hocanın artık şampiyonluk yaşayabilecek psikolojik gücü yok. Ersun hoca 4-5 senedir “overuse” olmuş durumda. Bu konu bile başlı başına gitme sebebi ama bu olayı çözebilecek yönetici ülkemizde yok.
2Takımın yapısı ve oynadığı oyun sistemi birbiriyle uyuşmuyordu. Takımın hantal oyunculardan kurulu olması, kapalı savunmalara karşı çok zorluk çekmesine sebep oldu. İç sahada bu sorunu taraftar desteğiyle ve baskısıyla bir nebze çözdü ama deplasmanda çözemedi. Çünkü bu tarz oyuncularla anca 3.bölge varyasyonlarla ve topa sahip olarak sorunu çözebilirdin ancak Ersun hocanın takımında böyle sistemli bir oyun planı göremedik. Böyle rastgele atak girişimleriyle, bu oyuncu yapısıyla, bir yere kadar gelinebilirdi, hiç bir önlem alınmayınca da, beklenen son geldi.

3-Takımın tek hızlı oyuncusu, tek korkutucu oyuncusu Rodriques’i havaya sokamadı, güven veremedi. Neredeyse her maç oyundan çıkararak, oyuncunun kendine güvenini zedeledi. Takımın olmazsa olmazı pozisyonunda olan oyuncuyu, sıradan ilk 11 oyuncusu pozisyonuna soktu. Rodriques’in bu durumu, takımın tek düzey kalmasına sebep oldu.
4-Stoper bolluğunda, stoper sıkıntısı yaşadı.
Adil Rami gibi, Zanka gibi, Serdar Aziz gibi stoperlerin olduğu takım, stoper sıkıntısı yaşayarak, Jailson’u stoper oynatmak zorunda kaldı. Kimse bana Adil Rami, Zanka iyi stoper değildi demesin. Avrupa'nın en önemli liglerinde, en zorlu hücum oyuncularının olduğu liglerde OYNAYAN bu isimler eğer ülkemizde kötü performans sergiliyorsa, bunun sebebi Ersun hocadır. Üstüne üstük birde devre arasında bu oyuncuları gönderip, Jailson’a mahkum bıraktı takımı. Kötü gidişin en önemli sebeplerinden biride, savunmadaki bireysel hatalardı.
5-Emre Belözoğlu’nu oyunun dışına çıkardı. “BJK maçında Emre'yi oynatmak istemeyişi ve Emre'nin buna karşı çıkması" olayına ben inanıyorum. Bu olay Emre’yi psikolojik olarak geriye itti, takım içindeki gücünü azalttı.

Halbuki Emre Belözoğlu zaten sık sık sakatlanan bir oyuncu. O üçlüden Gustavo’yu çıkarıp, O düzeni yine kurabilirdi. Oradaki oyuncu psikolojisini iyi yönetemedi. Emre’yi takımın dışına atmayacaktı.

Takımın orta saha üçlüsü Emre-Gustavo-Kruse ‘den kuruluydu. Bu üçlü yetenekli ancak ağır ve yaşlı oyunculardan kuruluydu. Ersun hoca haklı olarak oradan bir oyuncu eksilterek, Ozan Tufan’ı oraya monte etti. Ancak Emre’yi çıkarması, takımın ateşini söndürdü. Sahadaki hırsını eksiltti. Saha içi liderini kaybettirdi. Oyuncularının saha içinde kendilerini rölantiye alabilmelerini kolaylaştırdı.
6-Maç içi oyuncu değişikliklerinde ya geç kaldı ya da yanlış değişiklikler yaptı. En basitinden sağ ön bölgeye Mevlüt’ü denemedi bile. Sol önde hızlı bir oyuncu (Rodriques) sağ önde forvet özellikli, forveti ikileyen bir oyuncu(Mevlüt). Bu varyasyonu kötü giderken dahi düşünmemesi, hocanın taktiksel sorunlarını da ortaya çıkardı. 
Sistemsel hatalar, yanlış ilk 11 kurulumu, geç gelen değişiklikler, taktiksel bir şeyler de gösteremeyince de, başarısızlık kaçınılmaz oldu. 

7-Takım yapısının yanlış olduğu bir başka konuda, gurbetçi oyuncuların çokluğu. 8-9 tane gurbetçi oyuncuyla takım birlikteliğinin sağlanamayacağını bunca yıllık tecrübesiyle çözmesi lazımdı. 

Sonuç olarak Ersun hoca, sistemsel zaaflarını, oyuncuları iyi antrene edememe zaaflarını, ilk 11 oluşturma zaaflarını, oyun içindeki değişikliklerinde yaptığı hatalarını hep süslü cümlelerle örtmeye çalıştı ama kötü oyun ve saha sonuçları artık kalmasına müsaade etmedi.

28 Ocak 2020 Salı

SAHA DİZİLİŞLERİ VE TAKTİK ANLAYIŞ

                                 
                     SAHA DİZİLİŞLERİ VE TAKTİK ANLAYIŞ



“ Taktiksel dizilişler, top sende iken ne haldesin ve top rakipte iken ne haldesin ona bakılarak belirlenir”.


Kuzey ülkeleri, taktiksel dizilişlerin en etkili olduğu ülkelerdir. İzlanda, Danimarka, İsveç, Norveç gibi ülkeler yetenek olarak eksikliklerini hem fizik üstünlüğü ile hem de defansif taktiksel dizilişler ile gideriyorlar. Makine düzeninde savunma yaptıkları için, dünyanın önde gelen futbol ülkeleri olmasa da, 1-2 basamak altında oluyorlar ve iyi jenerasyon yakaladıkları zaman da, futbolda başarılı olabiliyorlar. 
(İskandinav ülkelerinin genelde tercih ettiği ve maç boyunca vazgeçmedikleri diziliş)

Dizilişlerin hangi ülkelerde önemli olduğunu vurguladıktan sonra önemsiz olan bizim ülkemizdeki taktiksel dizilişleri inceleyelim. Ülkemizde yazımızın ilk cümlesinde yer aldığı gibi rakibin durumuna göre dizilişler çıkıyor. Taktikler, baskı yendiği zaman veya güçlü bir rakip karşısında çarçabuk 6-4-0’a  dönüşebiliyor. Major liglerde çok fazla örneğini göremezsiniz. Hatta ben dünyanın pek çok ülke futbollarını izleyen biri olarak pek raslamadım bizdeki bu duruma. Peki neden biz de taktiksel dizilişlere önem verilmiyor? Veya sadece görüntüde/tahtada kalıyor dizilişler? Bu konu araştırılması gereken TV'lerde üstünde durulması gereken bir konu.

                               (Ülkemizde baskı yiyen takımın dizilişi)
-----------------------------------------------------------------------------
Ülkemizde taktiksel gelişim,  antrenörlük kursları geliştikten sonra veya bu sistemin  ülkemize gelişinden sonra oldu aslında. UEFA’nın dayatması sonucu antrenörlük, artık uzun süreli kurslara tabi tutularak, lisans alındıktan sonra yapılmaya başlandı ve bu kurslarda temel öğreti, dizilişler üzerineydi. Top rakipteyken ve senin takımında iken nasıl pozisyon alındığının üzerinde çok duruldu bu kurslarda. Belki de senelerdir hocalık yapanlar ilk defa o kurslarda bunları öğrendi. Benim de şahit olduğum, bir çok kellifelli hocanın ne kadar aciz duruma düştüğünü gördüm bu kurslarda. Tabii başlangıçta o hocaların, gelenekselliklerinden vazgeçmemesi, bu öğretilerin sahalara yansımasını geciktirdi. Yeni nesil hocalar bu öğrendiklerini sahaya azda olsa yansıtmayı başardılar. Bu hocalardan gören futbolcular, antrenörlük yıllarında bayrağı daha yukarı taşıyacaktır.

Taktiksel dizilişe sahip çıkmak, zaman isteyen, çalışmak isteyen özveri isteyen bir program. Ülkemizde antrenörlerin fazla zamanı olmadığı için, yapılacak pek çok, daha doğrusu düzeltecek pek çok iş olduğu için yeterli önem verilmiyor. Acil işe yarayacak antrenman metotlarıyla başarıyı yakalamaya çalışıyorlar.

Peki bizim antrenörlerimiz saha içi dizilişleri neye göre belirliyorlar? Aslında cevap herkezin bildiğidir. O senenin akımına göre karar veriyorlar. Hatırlayın liberolu dört 4-4-2’den 3-5-2’ye dönüşü. Daha sonra Uche-Högh ile Pereira’nın getirdiği tandem savunma anlayışı. Yunanistan’ın tek forvetli Avrupa şampiyonluğu ve en son Avrupa Şampiyonası’nda (2016) üçlü defansın öne çıkması. Bu tarz olaylar, ülkemizin saha dizilişlerini belirledi. Her hoca alt yapısını bilmediği saha dizilişini, popüler kültüre uyarak, takımına yansıttı.


Ülkemizde iyi örnekler yok mu? Tabii ki var. Abdullah Avcı bunun öncüsü gibiydi. İlk senelerinde  savunmadaki disiplini, başarıyı getirdi. Ancak bir parantez açmak lazım. Göksel Gümüşdağ, ülkenin diğer başkanları gibi yapmayıp, başarısız sonuçlara rağmen arkasında durması, hocanın buralara gelmesindeki faktörlerden bir tanesi. Abdullah Avcı’da savunmadaki oyununu, hücuma da çok iyi yansıtarak -ki şampiyonluk hücum futboluyla gelir- bu senelerde şampiyonluğun favorileri arasında takımını gösterdi.
Abdullah Avcı’nın yanına Aykut Kocaman’ı da eklememiz lazım. Aykut hoca son 3-4 yıl içerisinde taktiksel saha dizilişine çok önem vererek, Konyaspor’da  başarılar kazandı.

----------------------------------------------------------------------
Taktiksel saha dizilişleri ve onun getirileri derin bilgi ister. Pek çok varyasyonu beraberinde getirir. Bilgin yok ise derine inemezsin. Bir yerde tıkanıp kalırsın. Sadece yapılanlardan esinlenerek bir şeyler yapmak değil, kendinden de bir şeyler katman lazım. Kendini geliştiren cesurlar başarılı olur. Başarılı olduğu sistemi aynen devam ettiren kalıcı olamaz. Başkalarından gördüklerin ile bir yere kadar gidersin. Aynı emitasyon eşyalar gibi ilk başta aynısı gibi durur, yıllar geçtikçe foyaları ortaya çıkar.

Saha dizilişlerinde oyuncu yapıları da çok önemlidir, saha dizilişlerinde oyun anlayışı da çok önemlidir. Her teknik direktörün bir oyun anlayışı var ve oyuncularından ona uymalarını isterler. Halbuki bir önceki hocası, şimdikinin tam tersini istiyordu! Oyuncu hazırlamak lazım. Aslında çok zor olmayan şeyleri veya istediği oyun anlayışını oyuncusuna aktarma işini, hem kendi bilmediği için(iyi derecede) hem de iyi anlatamadığı için oyuncu istediği şeyleri yapmayınca, hemen “bu seviyede böyle şeylerle uğraşıyorum” yakınmalarıyla bir sonraki seçeneğe geçip ya da başka bir oyuncu transferini isteyip, kendi beceriksizliğini örtmek ister, kolaya kaçar.
Oyuncu yapılarının önemi, top rakipteyken merkeze daralma veya topa sahip iken kanat oyuncularının beklerin önünü açmak için merkezden top almasını istediğinde ve benzeri şeylerde ortaya çıkıyor. Mesela süratli oyuncular, sıkışık alanda kalabalık bölgede oynamak istemez çünkü dar alan için yaratılmamışlardır. O yüzden kalabalığa girmezler ama teknik direktörler hem savunma alanında hem de hücum ederken topun olduğu bölgede kalabalık olmak ister. Bu tarz oyuncular savunmada iken merkeze sıkışmak istemez çünkü topu kaptıkları zaman onun aklında, hemen topu alıp, sürati ile bir an önce kaleye gitmek vardır. Bu oyuncu tipleri topu kaptığı zaman birebir kalacağı veya defansın arkasına koşu yapabileceği yerlerde dururlar, ki pozisyona girip kendilerini kanıtlasınlar.  O yüzden bek oyuncusunun önünü açmakmış falan o işlerle uğraşmazlar. He tabi bu tarz oyuncular fiziksel özellikleri çok iyi olduğu için akıllarına çok kullanmazlar.

Sözün özüne gelirsek, kulüpler kendi sistemlerini oluşturmaları, o sisteme uygun hocalar ve oyuncuları bünyesinde bulundurması ve daha ileriki senelerde transferlerini ona göre yapmalıdır. Yeni gelen oyuncu, diziliş hakkında sistem hakkında hiçbir şey bilmese de ya da önceki hocaları tam tersini istese de; sistem, oyuncuyu çok çabuk adapte edebilmelidir.
Oyuncular karmaşıklıkları çabuk öğrenemez ama düzen içerisinde çabuk uyum sağlar.
Doğru yönetilen bir kulüp saha dizilişleri ve taktik anlayışından anlaşılabilir.

30 Aralık 2019 Pazartesi

KONYASPOR İLK YARI DEĞERLENDİRMESİ

KONYASPOR İLK YARI DEĞERLENDİRMESİ

Aykut kocaman yönetiminde olan Konyaspor, ilk yarıyı çok büyük sürprizle düşme hattının bir basamak üstünde, 14 puanla tamamladı. Buradaki büyük sürpriz, Konyasporun çok iyi kadrosu bulunduğundan dolayı değil, Aykut Kocaman gibi bir teknik direktörün takımının buralarda olmasından kaynaklanıyor. Yoksa kadro yapısına bakıldığında  normal  gözüküyor. Bu kadar kötü kadro mühendisliği, bu sonuçu getirdi. Kadro yapısı, atılamayan goller, bazı maçlarda geçilemeyen orta saha, psikolojik çöküntü ve Aykut Kocaman’ın yapamadığı liderlik ilk yarıyı kabusa çevirdi Konyasporun.

Konyaspor sezona en etkili, en yetenekli, en pahalı oyuncularını gözden çıkararak başladı. Yatabare, Yahoviç ve Fofana’yı sattı, Uğur Demirok’u da kadro dışı bıraktı. Forvet hattına eski oyuncusu Bajiç’i, Shengelia’yı,  daha sonraları da Miya’yı aldı. Yedek olarak Mücahit düşünüldü. Stopere Anicic, sol beke Alper Uludağ transfer edildi. Alt yapıya transfer edilmiş olan Daci de A takıma çıkarıldı. Ömer Ali, Miloseviç ve önemli sakatlığı bulunan Hurtado’da hücum hattının geçen senelerden kalan oyuncularıydı.

İLK YARININ HİKAYESİ

Futbol camiasının ortak kanısı, Konyasporun kadrosunun yeterli olmadığı ancak Aykut Kocaman etkisiyle yine başarılı bir sezon geçirileceğiydi. Sezona öngörüldüğü gibi ortalama bir oyun, beraberliklerle başlandı. Galatasaray maçında neredeyse kendi sahasından çıkamamasına rağmen kazanılan puan, Antalya maçı beraberliğiyle devam etti. Herkesin aklına şüpheler düşmeye başladığı sırada, sonraki 4 maçta 3 galibiyet birden alınınca, hatıralar canlandırdı. “Konyaspor geliyor bak” şarkısı yavaş yavaş mırıldanmaya başlandı. Ta ki Malatya spor maçında kaleci Serkan’ın maçın 1. dakikasında gördüğü kırmızı karta kadar. Konyaspor için her şeyin değiştiği, ok işaretinin aşağıya dik şekilde inmesini sağlayan an bu andı. Malatya maçı kaybedildi. Hafta arası 2.lig ekibine İstanbul’da kupadan elendi. Hiç İstanbul'dan ayrılmadan, ligde  Fenerbahçeden fark yiyerek evine döndü. Bu sıralarda Konyaspor camiası Aykut Kocaman’a güvenini gösteriyordu. Suçlu futbolculardı Konyaspor camiasına göre. Aykut hoca sorumluluğu alıp istifa sinyalleri verdi ama yönetim, taraftarlar “sonsuza dek Aykut Kocaman” dedi ve neşteri vurmasını istedi. Hoca, değişiklikler olacağını söylemesine rağmen, aynı kadro aynı oyun tarzıyla hiç bir şey olmamış gibi devam etti. Gençlerbirliği maçında yenilen son dakika golü ile gelen beraberlik, büyük bir buz kütlesini Konya'dan alıp götürdü. Artık kazanamayız hissi bütün camiayı kapladı. Üst üste Sivas, Beşiktaş, Rize maçlarında kötü futbolla alınan mağlubiyetler, bir başka büyük buz kütlesini daha götürdü Konya'dan. Artık Aykut Kocaman’da eleştirilmeye başlanmıştı. Tanrılıktan, yarı tanrılığa indirildi gönüllerde. Eleştiriler, takıma neşter vurmamasıyla sınırlıydı bu aralar. Ali Çamdalı kadro dışı kaldı. İlk neşter gelmişti. “ Demek ki Ali Çamdalı takımı karıştırıyormuş” görüntüsü verdi bu kadro dışı. Konyalılar eski kaptanlarını bir çırpıda sildi. “Aykut hoca yaptıysa, bir bildiği vardır” dediler. Neredeyse hiç oynamayan Ali, kötü gidişin sorumlusu gibi gösterildi.
“Bu maç  kötü gidiş sona erecek” diye umutlanılan Gaziantep maçında boş kaleye kaçan gol ardından kaybedilen 2 puan, başka büyük buz kütlesini Konya'dan ayırdı. Artık gol dahi atamayız seviyesine gelinmişti. Başakşehir maçında ilk yarı “aynı senaryo” ile bakılan maçta. Birden ikinci yarı kımıldayan Konyaspora dönüştü ve bir puanı alıp, umutları yeşertti. Ama bu yalancı bahar oldu. Yine gol atamama faktörü devre girip, iyi oyuna rağmen, hatta Ünal Karaman’ı Trabzon spordan ayıracak oyuna rağmen mağlup olup, devrenin bitmesini beklemeye başlandı. Herkes devre arası transferlerle, Aykut Kocaman yönetimindeki Konyasporun başarılı olacağını düşünüyordu.  Ta ki Alanya spor maçında Aykut hoca’nın maçın ikinci yarısında yaptığı akıl dışı değişikliklere kadar. 2.yarı bunalan takıma, devre arası gönderme kararı alınan genç oyuncuları  oyuna alarak, mağlubiyetin baş mimarı olana kadar. Artık en büyük eleştiri Aykut hocaya yönelmeye başladı. Aykut hoca yarı tanrılıktan normal hocalığa düşmüştü. Meğer O da hata yapabiliyormuş!
Gözler artık transferlere çevrildi. Kaos ortamı oluşunca, büyük değişimler şarttır. Herkes değişmiş Konya-spor ve değişmiş Aykut Kocaman bekliyor. Konyaspor şu an kalan küçük bir buz parçacığının üzerinde duruyor.

BENİM DEĞERLENDİRMEM

Konyasporun en büyük problemi kadro planlaması. Kadrosunda “bu maçı alır” dediğimiz oyuncu yok. “Sıkıştığımızda bizi ileri taşır” dediğimiz oyuncu yok. İşin merkezi burası. Aykut Kocaman’ın merkeze “sistemi” koyması, “ben her oyuncuyla oynarım” düşüncesi, kendi kariyerini de etkiliyor. Halbuki yetenekli oyuncuları idare edebilse, Fenerbahçe’nin efsane futbolcusu olduğu gibi, efsane hocasıda olabilirdi.
Gol atamamak, kaygı ile beraber oyun kültürünü de etkiler. Yavaş yavaş oyundan düşmeler, psikolojik gerilimler ve bunlarla beraber hatalar başlar. Tam tersi de gol attıkça olur. Baştan sona her gediği kapatmaya başlar gol atmak. Ben Konyasporun 3. Bölgeye gelene kadar futbolun doğrularını yaptığını düşünüyorum. Sadece ceza sahası etrafında, kalabalık savunma hattında iş yapamıyorlar. Bu da sonucu etkiliyor.
Bajiç, Konyasporun ilk yarıdaki tek gol ayağıydı ancak inanılmaz derecede kötü futbolu, ondan daha kötüsü fiziksel durumuydu. Konyasporun ilk yarıdaki durumunun en büyük sorumlularından biriydi.
İlk yarının bir başka problemi Aykut Kocaman’ın liderliği yapamaması. Bir gün çıkıp “biz bu girdaptan çıkacağız, ayağa kalkacağız” demedi. Sadece “sorumluluğu alıyorum” dedi. Masterchef Türkiye’de söylediği bir söz, taraftarı ayağa kaldırmaya, en azından Trabzonspor maçında ki mücadeleye yetti. Göğsünü siper edemedi Aykut hoca. Geniş litaratürüne etkileyici sözler ekleyemedi. Saha kenarında da duramadı. Kulubenin içinden çıkmadı. İşin içinden çıkamayan futbolcusuna “hadi aslanım” diyemedi. ( Ben hakeme karşı yapılan itirazlara, beyanlara karşıyım) Aykut hoca hakem hatalarını en çok eleştiren hocaların başında gelirdi, en ufak hakkını aramasıyla bilinirdi ancak Konyaspora karşı yapılan pek çok hataya karşı, hiç itiraz etmedi. Bana da bu vurdumduymazlık olarak geldi ve liderlik için iyi sınav vermedi hoca.
Yönetim de Konyasporun ilk yarıdaki kötü gidişatın baş mimarlarındandı. Aykut hocaya her şeyi bırakıp, hocanın arkasında etliye sütlüye karışmadan durdular. Sadece basın açıklaması yapmakla yetinip durdular. Kadroyu sadece Aykut hocanın isteğine ve bilgisine bıraktılar. Hiç bir insiyatif almadılar. Eldeki yetenekli oyuncuların gitmesine göz yumdular. Kötü gidişatta da hiç bir planları yoktu. Futbol aklını sadece Aykut hocaya bırakmalarından dolayı, Bajiç ve Mücahit ile bu iş olamayacağını göremediler. Hadi taktiksel hocayla konuşamayacakları aşikar ama kadro planında karışmaları lazımdı.

Konyaspor bundan öncede küme düşmemeye oynamıştı ama maddi sorunlarla uğraşmadığı, teknik direktör zaafı yaşamadığı bir dönemde küme düşmemeye oynamamıştı. Maça gelen taraftar sayısında üst sıralarda, FİFA’ya başvuran oyuncusu olmayan, tesisleri üst seviyede, siyasi gücü olan, alt yapısı gelişmiş bir Konyaspor daha üst seviyelerde olması lazımdı.



ŞENOL GÜNEŞ-AYKUT KOCAMAN KARŞILAŞTIRMASI

  Şenol Güneş- Aykut Kocaman Karşılaştırması(1) Teknik direktörler yapılarına göre ayrılırlar. Bazı teknik direktörler(TD) Savunma ağırlıklı...